2025’i sarsan fırtınalı bir dönemde, Yeni Soğuk Savaş cepheleri yalnızca askeri çatışmalarla sınırlı kalmıyor. Ticaret savaşları, Tayvan ve Güney Çin Denizi’nde yaşanan gerilimler ile Ukrayna savaşı, artık madencilikten teknolojiye, yazılımdan lojistiğe uzanan pek çok alanda kesişiyor. Bu süreçte karşımıza çıkan yeni kavram, hızla değişen ve ağırlık merkezleri kayganlaşan bloklar: multi-aligned blocs. Bu hibrid bloklar, ülkelerin konumlarını pragmatik şekilde değiştirebilme kapasitesine sahip.
Türkiye’nin konumu ise ilginç bir dengeyi anlamamızı sağlıyor: NATO üyesi ve AB adaylığı hâlâ donmuş durumda; aynı zamanda Rusya ile yakın ilişkileri olan bir aktör. Türkiye, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkeler bu iki blok arasındaki ilişkileri sürdürerek ekonomik, askeri ve politik çıkarlarını en üst düzeye çıkarmayı hedefliyorlar. ABD ve Avrupa Birliği’nin NATO çatısı altında bir bütünlük sergilediği varsayımının ötesinde, bu güçler arasında derin ve çok katmanlı rekabetler bulunuyor.
ABD ile Uzakdoğu müttefikleri arasında da benzer görüş ayrılıkları sürüyor. Görünürde Batı, bir blok gibi görünse de, Çin ile ekonomide sıkı bağları bulunan ülkeler, bunun ötesinde karşıt eksende yer alıyorlar. Ukrayna savaşı öncesi iki kutuplu dünya modelinin tekrarı mümkün görünmüyor; küreselleşmenin getirdiği sermaye ve teknolojinin sınırları aşan akışları, analizi daha önceki örneklerden ayrıştırıyor.
1914 öncesi Avrupalı güç dengelerini analiz etmek daha basitti; fakat 1990 sonrası dünya, bu dengeyi çözümlemeyi zorlaştırıyor. 1939’a doğru giderken artan ittifaklar ve hammaddelerin paylaşımı, savaşın dinamiklerini değiştirdi. II. Dünya Savaşı’na giden süreçte Sovyetler Birliği’nin tarafsızlığı ve kaynaklarıyla Batı Avrupa’ya olan etki, güncel gerilimleri de anlamamıza yardımcı oluyor. 1941’deki eksenler netleşirken, 1948-1990 dönemi Soğuk Savaş dünyanın iki kutuplu bir yapıya bürünmesini sağladı; ticaret pratik olarak iki blok arasında sınırlı kaldı.
1980’ler sonrasındaNeo-liberal politikaların etkisiyle küresel tedarik zincirleri ve üretim ağları, arz ve talep dinamiklerini yeniden şekillendirdi. Bu süreçte “supply-side economics” kavramı yükselişe geçti. Ancak modern küreselleşmenin getirdiği mali ve teknolojik akışlar, tek kutuplu bir hegemonya hayalini kırdı ve çok kutuplu bir rekabet sahnesini güçlendirdi.
ABD’nin geçmişte Çin’e yaptığı teknoloji aktarımı ve bu süreçte ortaya çıkan ekonomik denge bozulması, 21. yüzyılın önemli iktisadi derslerinden biri olarak duruyor. 2000 yılında Clinton yönetiminin Çin’le ticareti artırmaya yönelik tasarrufları, Çin’in ekonomik olarak güçlenmesini hızlandırdı. Bunun sonucunda, Amerika’nın dış ticaret fazlası ve bütçe açığı arasındaki ilişki, küresel düzeyde borçlanma dinamiklerini değiştirdi. Çin, ABD tahvillerine yaptığı yatırımlarla Amerikan ekonomisine dolaylı destek sağlar hâle geldi; bu da faizlerin yükselmesini engelledi ve küresel finansal mimaride önemli bir rol oynamaya devam etti.
İlerleyen yıllarda bu stratejik hataların, yönetenler değiştirilse bile, derin etkilerinin sürdüğü görülüyor. Demokrat yönetimlerin sonraki dönemlerinde Ukrayna konusunda alınan tutumlar ve Rusya-Çin ekseninin güç kazandığı gözlemleniyor. Sonuç olarak, 2024’teki GSYH tablosu, ABD’nin 29.18 trilyon, AB’nin 19.42 trilyon ve Çin’in 18.80 trilyon dolar düzeyine ulaşmasıyla, Çin’in ABD’nin yaklaşık yüzde 65’ine yaklaşan büyüklüğe erişmesiyle şekillendi. Trump’ın politikaları, bu süreçte bir dönüşü işaret etse de zamanın akışı taraflar lehine ya da aleyhine dönerken, Çin’in uzun vadeli strateji ve sabrı öne çıkıyor. Batı hâlâ ekonomik ve teknolojik liderliğini sürdürse de, rekabetin sürekliliği ve kimin lehine sonuç vereceği halen belirsizliğini koruyor.
Bu analizin özünde ise, küresel güç dengesinin tek kutuplu bir düzenden çok, çoklu etkileşimler ağından oluştuğu gerçeği yatıyor. Bloklar arasındaki bağlantılar ve iç dinamikler, yalnızca jeopolitik değil, iktisadi ve teknolojik kırılganlıkları da belirliyor. Türkiye’nin konumu bu yüzden kritik bir örnek olarak öne çıkıyor: iki kutuplu hayali yerine, pragmatik çok kutuplu oyun alanında manevra yapabilme kapasitesi, uzun vadeli stratejik bir avantaj sunabilir.